29 Mayıs 2007

Elementarteilchen (2006)

Benim pek tanımadığım Alman yönetmen Oskar Roehler'in elinden çıkan, Moritz Bleibtreu, Christian Ulmen, Martina Gedeck ve Franka Potente'nin başrollerde yer aldığı Elementary Particles (Temel Parçacıklar), aşk ve cinsellik üzerine farklı bir deneme.

Michel Houellebecq'in romanından uyarlanan yapımda annelerinin hippi tarzı bir yaşamı tercih etmesi sebebiyle, sorunlu çocukluklar geçiren iki üvey kardeşin kendilerine çizdikleri bambaşka hayat içinde aşk ve cinsellik yönünden sıkıntılarının farklı izdüşümlerini konu ediliyor. Kardeşlerden birisi kendisini cinsellikten ve aşktan uzak bilime adarken, diğeri de tatminsizlik içinde her türlü arayışın içine giriyor.

Kendisini bilime adayan kardeşin genetik kopyalama üzerine buluşlara imza atan dünyaca ünlü bir biyolog olması ve doğurganlık ile cinselliği bu sayede birbirinden ayırmayı amaç edinmesi de filme ismini veren ve ana mesajını içeren önemli bir nokta.

Oyunculukların gayet iyi olduğunu söyleyebileceğimiz film, tam olarak neyi niçin anlattığını izleyiciye net aktaramasa da farklı bir anlatımı olan ilginç bir hikayeye sahip olduğu muhakkak. Belki biraz daha ince elenip sık dokunsa çok daha iyi bir yapım ortaya çıkabilirmiş.

Linkler:

27 Mayıs 2007

Pirates Of The Caribbean: At World's End (2007)

P.O.T.C. 3 olarak da isimlendirilen Pirates Of The Caribbean: At World's End (Karayip Korsanları: Dünyanın Sonu) serinin tüm filmlerinde olduğu gibi Gore Verbinski'nin yönettiği eşsiz Jack Sparrow karakterine hayat veren Johnny Depp ile birlikte Geoffrey Rush, Orlando Bloom ve Keira Knightley'in başrollerde yer aldıkları bir yapım. Serinin bütününde olduğu gibi korsanlar yine askiyon ve komedinin doruklarında bir macera yaşıyorlar.

Filmin iki önemli artısı da uzakdoğulu korsan lordu
Captain Sao Feng rolü ile Chow Yun-Fat ve Jack'in babası Kaptain Teague rolüyle The Rolling Stones'un gitaristi Keith Richards. Tahminler Jack'in babasının daha ön planda olacağı yönünde olsa da kendisinin bu kısa role oldukça yakıştığını belirtmem gerekiyor.

Filmin konusuna kısaca bakarsak, korsan kahramanlarımız Kaptan Jack Sparrow'u ve Siyah İnci'sini Kraken'in yolladığı ölüler diyarından geri getirirler, bu arada Lord Beckett Davy Jones'un kalbinin kontrolü kendisinde olduğu için Davy Jones ve Uçan Hollandalı'sı ile denizlerden bütün korsanları temizlemek için karanlık bir işbirliğine gitmişlerdir. Tek çare dünyanın her tarafından korsan lordlarını toplayarak uzlaşmak ve bir yol bularak korsanların yok edilmesinin önüne geçebilmektir.

Serinin bütünündeki mizah ve macera zaten karakterler arasındaki ilişkilerin çıkarlarına göre anlık değişimlerine dayanıyor. Bu bölümde de bunu yoğun olarak yaşıyoruz, her karakterin birbiri ile olan husumeti, bir an beraber bir başka an farklı davranlamaları sizin de hem kafanız karışarak hem de keyifle olanları izlemenize yol açıyor.

Diğer iki filmden farklı olarak benim en çok hoşuma giden taraf, Kaptan Jack Sparrow'un çeşitli sekanslarda kişilik bölünmelerinin tiyatral bir şekilde betimlenmesi oldu. Özellikle ölüler diyarında gemisi başındaki bölüm gerçekten etkileyici idi. Johhny Depp'in klasikleşen oyunculuğu ile Jack'in bugüne kadar ortaya koyduğu farklı karakteri bütünleyen ve belki de açıklayan önemli bir noktaydı.

Önemli bir konu da filmin bitişi ile hemen salondan ayrılmamanız gerektiği, bitiş yazıları ardından oldukça hoş ve önemli bir sahne giriyor. Açıkcası ilk iki filmde de bu tür sahneler olduğunu okudum, ancak sanırım onları izlememiştim ki şuan pek hatırlayamıyorum. Ama serinin geleceği adına bu sahneyi kaçırmamanızı öneririm ;)

Aslında uzun süre serinin son filmi olduğu söylenen ve büyük çoğunluğu ikinci bölüm ile birlikte çekilen yapım, tüm bilinmezleri çözüme ulaştırarak seriyi mutlu bir sona tamamlasa da devama açık bir şekilde sona erdiğini belirtmek lazım. Açıkcası filmin bitiş yazıları ardından gelen sahneyi izlememiş olsaydım yeni bir ölümsüzlük arayışı ile bir macera geliyor diyebilirdim, ama son sahne ardından yeni nesil korsanlar ile bambaşka konulara açılım sağlanabileceği de açıkca ortada :) Daha fazla açıklama yapmadan bekleyelim görelim demek en doğrusu sanırım.

Tüm artılara rağmen filmin en önemli eksisinin çok uzun süresi olduğu söylenebilir. İlk bölümü 143 dk., ikinci bölümü 150dk olan serinin bu son filmi tam 168dk. Bu kadar uzun olması izleyicinin biraz filmden kopmasına ve savaş sahnelerinin gereksiz yere uzatıldığının düşünülmesine yol açıyor doğrusu.

Sonuç olarak herşeyi ile sadece korsan filmlerinin değil, belki de macera-komedi-aksiyon filmlerinin en iyisi olan bir serinin son halkası var karşımızda. Kaptan Jack Sparrow ve arkadaşlarını mutlaka izleyin diyorum.

Linkler:

19 Mayıs 2007

Zodiac (2007)

Hayatımın yönetmenleri olan iki David'in son iki filmini izleyebilmeyi dört gözle bekliyordum, Fincher'in Zodiac filmi ve Lynch'in Inland Empire filmi. Inland Empire ne zaman ülkemizde gösterime girer henüz bilemiyorum ama Zodiac gösterime girer girmez soluğu sinemada aldım doğrusu. Her ne kadar gerçek olaylardan uyarlanma olan filmin ağır ve sıradan olduğu yorumlarını okusam da Fincher'in filmi beğenmeme ihtimalim olamaz düşüncesi ile izledim ve yanılmadım.

Filmde San Francisco'nun en ünlü ve çözülemeyen seri katil vakası olan Zodiac gerçek olaylara ve kişilere uygun olarak anlatılıyor. Film katili araştıran -daha doğrusu katili bulmayı takıntı haline getiren- iki polis ve iki gazeteciyi hikayenin merkezine alarak, neredeyse tüm yaşananları ve şüphelileri 1960lardan 1990lara kronolojiye uygun olarak ortaya koyuyor. Gerçekten ağır bir ritmde ilerlese de gerek çözülmeye çalışılan dava, gerekse gerçekçi dönem tasviri ve güçlü karakter anlatımı ile sonuna kadar merakla izleniyor.

Filmin uyarlandığı kitabı da yazan gazeteci olan Robert Graysmith rolünde Jake Gyllenhaal -davaya olan takıntısı sonucu çok şeyini kaybeden bir adama göre biraz sade ve temiz kalsa da- sırıtmayan bir oyunculuk çıkarıyor. Onun dışında Mark Ruffalo, Anthony Edwards, Robert Downey Jr. gibi güçlü oyuncular da rol alıyorlar. Özellikle Mark Ruffalo Kirli Harry'e ilham veren karakteri hakkını vererek ortaya koyuyor.

Sonuç olarak usta Fincher'in en iyi filmi olmasa da kendine has özelliklerini görebildiğimiz, özellikle görüntü ve sanat yönetimi açısından olabildiğince detaylı ve stilize bir film var karşımızda.

Linkler:

14 Mayıs 2007

Shooter (2007)

Açıkcası ilginç olabilecek konusunu sıradan ilerleyen bir aksiyon ile harcayan bir film Shooter (Tetikçi). Mark Wahlberg, Michael Peña ve Danny Glover'in başrolde olduğu filmde yönetmen önemli aksiyon filmlerde imzası bulunan Antoine Fuqua.

İşlenen konuya bakacak olursak, emekli bir keskin nişancı asker başkana bir suikast planını önlemek için görev aldığını düşünürken kendisini suçlu olarak buluyor ve bunun sonrasında kaçarken gerçek suçluları da bulmaya çalışıyor. Onurlu bir geçmişten adalet arayışına şeklinde bir slogana sahip.


Filmin ilk bölümü olan komploya düşmesine kadarki süreç gerçekten iyi işlenmiş, ancak bundan sonra tam bir kırılma oluyor ve düz ilerleyen bir aksiyon filmi izlemeye başlıyoruz. Efektler ve aksiyon sahneleri gerçekten tatmin edici, tempo düşmeden hızla da ilerliyor, ancak yine de çok daha iyi olabilirdi düşüncesi hakim oluyor doğrusu. Özellikle keskin nişancılığın incelikleri üzerine o kadar abartılı cümleler duyuyoruz ki ortalama izleyiciye bile fazla geleceğini düşünüyorum :) Oyunculuklar sırıtmasa da Mark Wahlberg'in kaslarının bolca göründüğü filmde akılda kalıcı bir performans da yok diyebiliriz.

Belirtmem gereken bir nokta da aslında filmde ciddi bir Amerikan eleştirisi var, birçok yerde gerek şuanki politikalar açıkca eleştiriliyor, gerekse özellikle Afrika örneğinde dünya üzerinde çıkarlar için yapılan insanlık suçları açıkca ifade ediliyor. Bu anlamda yapımı ve yönetmeni takdir etmeden geçmemek lazım.

Sonuçta aksiyon severler -özellikle keskin nişancı meraklıları- için izlenesi bir film olduğunu söyleyebiliriz, ama çok büyük beklenti ile izlememekte fayda var.

Linkler:
Resmi Site / IMDb / Beyazperde

6 Mayıs 2007

Spider-Man 3: The IMAX Experience (2007)

Tıpkı ilk iki filmde olduğu gibi Sam Raimi'nin yönettiği Spider-Man 3 (Örümcek Adam 3), kesinlikle serinin en çok konu ve karakteri içeren bölümü. Komedinin ve aksiyonun en üst seviyeye ulaştığı bu üçüncü macerada, Tobey Maguire, Kirsten Dunst ve James Franco gibi bildiğimiz oyuncuların yanı sıra Bryce Dallas Howard, Topher Grace ve Thomas Haden Church de seriye katılıyorlar.

Dostumuz Peter Parker, bu bölümde Mary Jane ile evlenme planlarına girişmişken, önce kendi benliğini sorgulamasına sebep olan bir dünya dışı yaratık ile uğraşıyor, sonra da üç ayrı düşman ile savaşmak zorunda kalıyor; aynı yaratığın farklı bir bedende ortaya çıkardığı Venom, amcasının gerçek katili olarak hapisten kaçan ancak bilimsel bir deney sonucu başkalaşım geçiren Sandman (Kum Adam) ve en yakın dostunun babasının izinden gitmesi ile karşısına çıkan New Goblin (Yeni Goblin). Bu son sürat macera sırasında Gwen karakteri olarak izlediğimiz Bryce Dallas Howard güzelliği ile filme ayrı bir katkı yapıyor, devam filmlerinde kendisini izleyeceğimizi umuyorum :)

IMAX versiyonunu izleme imkanı
bulduğum yapımda, yüksek maliyetin hakkını verecek derecede gerçekci ve etkileyici olan aksiyon sahnelerini IMAX görüntü ve ses kalitesi ile izlemek büyük bir keyifti doğrusu. Teknik ve görsel anlamda mükemmel olan filmdeki temel sorun, karakter sayısının fazla olması sebebiyle -uzun süresine rağmen- olaylar arası geçişlerin ve karakterlerin tavır değişikliklerinin oldukça hızlı gerçekleşmesiydi. Buna rağmen en iyi çizgi roman uyarlaması kabul edilen bir seride kesinlikle sırıtmayan, son derece eğlenceli bir devam filmi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Geçmişte bir üçleme olarak planlanan serinin devam filmlerinin de geleceğinden emin olarak, meraklısı olmasanız da bu keyifli macerayı kaçırmamanızı öneriyorum.

Linkler:

Not:
Televizyonda ikinci bölümü tekrar izleyince görüyorum ki görsel efektler ciddi anlamda önceki bölümün ilerisinde.

3 Mayıs 2007

The Reaping (2007)

24 dizisinden tanıdığımız Stephen Hopkins'in yönettiği ve Hilary Swank ile David Morrissey'in başrolünü paylaştığı The Reaping (Hasat Zamanı), kaynağını doğa ötesi hatta dini temellerden alan bir gerilim. Bu anlamda en baştan, filmi bilimkurgu kategorisinde değerlendirenlere bir anlam veremediğimi söylemem gerekiyor.

Ailesini kaybetmesi ardından misyoner inançlarını tamamen kaybetmiş ve kendisini doğaüstü olayları bilimsel olarak açıklamaya adamış bir profesörün, uzak bir kasabada yaşanan doğaüstü olayları çözmek istemesi ile başlayan, gerek geçmiş ile hesaplaşması gerekse, inançları doğrultusunda doğru yolu arama çabası olarak özetleyebiliriz filmi. Açıkcası Hristiyanlık'taki on ölümcül günah üzerine kurulan gerilim, bu anlamda Türk izleyicisini ne kadar tatmin eder bilemiyorum ama, filmin kendi içinde merak uyandıran ve sürükleyici bir anlatımı var. Özellikle küçük oyuncu AnnaSophia Robb'un performası gerçekten dikkate değer.

Sanıyorum yapım ile ilgili temel eleştiri, sonunun beklentileri çok karşılayamaması ve biraz klişe olarak bir devam filmine göz kırpacak şekilde sona ermesi. Açıkcası gizemin çözülmesi kısmında seyirciyi ters köşeye yatıran filmler hep hoşuma gitmiştir, beklenmedik bir son olmasa da bu yapımdaki sonu da kötü bulmadığımı belirtmek isterim.

Linkler:

2 Mayıs 2007

Next (2007)

Aksiyon filmleri ile tanıdığımız Lee Tamahori'nin yönettiği Next, Türkçe bir isim bulunmasındansa Next & Nextstar uydu alıcısının sponsorluğunda gösterime girdi. Philip K. Dick'in bir hikayesinden uyarlanan filmde Nicolas Cage, Julianne Moore, Jessica Biel gibi önemli oyuncular başrolde.

Kendisi ile ilgili iki dakika geleceği görme yeteneğine sahip -ama bunu devletin elinde bir kobay olmaktansa özgür yaşamak adına saklayarak ufak sihirbazlık numaraları ile geçinmeyi tercih eden- bir adamın, sevdiği kadın, devlet ajanları ve nükleer bomba sevdalısı teröristler arasında kalması filmin hikayesini oluşturuyor. Tabi bu arada bol bol geleceği görme konusu üzerine hikaye gelişiyor. Nicolas Cage'in oyunculuk anlamında bir kez daha vasatı aşamadığı yapımda, geleceği görme mizahi yönde dahi fazla abartılmış. Detaylara çok girmek istemiyorum ama, mantığı sorguladığımda yaşananların olasılıksızlığa giden yapısı beni tatmin etmedi doğrusu.

Sonuçta nereden geldiği belli olmayan yetenek sahibi bir süper kahramanın dünyayı kurtarma maceralarından birisini izler gibi hissetsem de, eğlenceli sıkılmadan izleyeceğiniz bir yapım olduğunu söylemeliyim.

Linkler:
Resmi Site / IMDb / Beyazperde