21 Eylül 2007

Goya's Ghosts (2006)

Bu sefer bir değişiklik yaparak -daha iyi ifade edemeyeceğimi düşündüğüm için- gözlem ve anlatım konusunda benden daha usta bir kişiye sözü bırakıyorum :)

---
Goya’yı izlemek için gidenler hayal kırıklığına uğruyor mudur bilmem, her ne kadar film adını Goya karakterinden alsa da, bütün olan bitenler otobiyografik bir eserin arka planı olmayıp, bilakis Goya bir dokümanter edasıyla arka planda.

Öncelikle bu filmin eleştirilme potansiyeline dikkat çekmek isterim sanırım. Sanat eserine yönelik eleştirilerin yoğunluğunu, her zaman olmasa da, içeriğinin gücüne ve provakatifliğine de yorabileceğimizi düşünüyorum çünkü.
Üzerinde titizlikle çalışılmış, doygun bir film olduğunu, pekala başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Öykünün ve figürlerin kendi zenginliklerinin yanısıra, sinema dili ve anlatma yöntemleri açısından da dikkate fazlasıya değer bir film Goya’nın Hayaletleri. Milos Forman absürd olana odaklanan (ki bunu Goya’nın eserlerinde de gördüğümüzü konuşmuştuk arkadaşımla), mümkün mertebe karikatürize eden bir yöntem seçmiş kendine. Bunun çok çarpıcı bir sinema dili yaratmış olduğunu izleyerek gördük, ama acıtıcı bir yan etkisi olmuş korkarım, bundan birazdan söz ederim.

Film boyunca süregiden abartma ( ki karikatürize etmenin başat niteliği olduğu da düşünülebilir) şüphesiz ki maksat edinilen birşey. Yaşanan acılardaki abartmadan filan sözetmiyorum, onlar aksine simgeselleştirilmiş, dolayısıyla indirgenmişler diye düşünüyorum -ki bu da anlaşılabilir. Sözünü ettiğim abartma oportünizm (yararcılık) konusunda. Değerlerin bir insan ömrü içinde bu sıklıkta altüst olduğu bir tarihsel dönemi yaşayan film karakterleri, hayatta kalmak için görüyoruz ki sürekli maske değiştiriyorlar. Filmin bütün ironisinin de bunun üzerine kurulduğunu söyleyebiliriz; İspanya krallığından ve ruhban sınıfından nefret ederek başladığımız filmi Napolyon’dan, Fransız devriminin tırnak içinde söylenmesi gereken mottosundan, gülünç insan hakları beyannamesinden, ve nasıl söyleyeyim, koca bir Avrupa tarihinin ikiyüzlülüğünden tiksinerek bitiriyoruz. Bu liste uzar, “uygarlık” kavramından, insanlık tarihinden, en nihayetinde kendi varoluşumuzdan, insanlığımızdan tiksinerek.

Bütün bu gülünçleştirmenin çok haklı tarihi nedenleri var, ama hiç mi tehlikesi yok? İnsanlık varolduğu sürece tahakküme, eşitsizliğe, zorbalığa yönelik onurlu bir mücadele hep varoldu. Onuru ayıklamak zor görünüyor, ama tarih de yazılıyor, insan eliyle! Devrimler, kendi koşulları içerisinde insanlık tarihine illa ki ilerici katkılar da yaptılar, yapmış olmalılar ki bu noktadayız. Tarihe ve geleceğe ideal dünya düzeni algısıyla değil de, biriken bir mücadele geleneği, biriken kazanımlar, eşitlikçi, özgürlükçü, ilerici kazanımlar gözüyle bakan herkes, sanırım filmi izlerken onurun bu kadar gözardı edilmesinden rahatsız olmuştur.

Bu arada, oyunculuklar fevkalede iyi, diyaloglar da öyle. Tıpkı Goya’nın eserleri gibi, son derece çarpıcı bu film. İzleyiniz efenim. :)

Özlem Çakır
---

Linkler: